Time Out Istanbul editors

Few cities on the planet come close to Istanbul. That sentence is true no matter the qualifier. The Turkish capital is one of the world’s great cities, a hugely influential location in the history of this marvellous planet. It also happens to be absolutely massive, a chaotic metropolis that isn’t going to slow down for anyone. Best jump into a Hamam for a serene scrub then, right? The best things to do in Istanbul are every bit as varied and exciting as the city itself, covering everything from world-changing attractions to the best antique shops going. Food, fascination and fun merge perfectly here. Istanbul takes some getting used to, but let yourself get swept away by the wonder of this place. 

Manaf Halbouni’s artistic practice is informed by a participatory approach that spans a wide range of media often incorporating objects and materials sourced from every day. Largely motivated by his Syrian and German roots as well as his experience of currently living in Dresden, Halbouni’s works stand as a critique of the global political system, migration politics, mainstream media and the constructed notions of nationality and borders with a comic touch. Coinciding with his residency at Cultural Academy Tarabya, Home Game presents newly produced works, most of which are the product of his stay in Istanbul and are inspired by the city. Home Game, taken from sports terminology, plays with the idea of a hometown; Halbouni asks what it is constituted of, turns it upside down and sheds light on its shortcomings. The two sculptures Halbouni created with a decorative metal material that he encountered in Istanbul smash the word “watan”, meaning hometown in his native Arabic. The utopic idea of belonging to one piece of land, a politically constructed notion, is scrunched into a ball, almost like rubbish. A lightbox illuminates a photograph that Halbouni took on his daily bike ride near a refugee camp in Dresden. The right wing movement named ‘1% (Einprozent)’ graffitied Arabic inscriptions onto walls near refugee camps vandalizing them with the words ‘Go Back Home’, to which someone later added ‘NO’. As a continuation of his previous What If? series – an imagined dystopia in whic

Aradığınız şey doyurucu bir salata ya da sadece bir fincan kahve de olsa çözüm bir kafede saklı. İstanbul’un kafeleri arasında öne çıkanları derledik.

Kendinize bir kıyak geçin ve şehrin en iyi burgerlerinin peşine düşün. Nerede, ne yemeniz gerektiğini biz seçtik bile!

Şehrin en iyi dondurmacılarını bilmek sadece yazın değil kışın da çok elzem bir bilgi diye düşündük. Bu listede farklı tatlar arayanlardan, klasik sevenlere herkes için bir top dondurma var!

If you’re in search of a hearty salad or just a cup of coffee the solution lies in a café. We have complied a list of the best cafes in Istanbul. 

Calorie bombs they might be, but the burger is one of those indulgences we can’t seem to give up, no matter the time of year. Check out our list of the top 10 burgers in the city so you’ll know exactly where to go the next time you get a craving

Istanbul's historical peninsula is a must-see for visitors to the city, hosting most of its famous museums, historical sights and monuments. While there are lots of tourist-traps to avoid, particularly in terms of restaurants, there are also a variety of gems beloved by locals and tourists alike that rank among the city's best eats. Whether you're looking for the best place to find freshly roasted Turkish coffee, artisanal Turkish delight, grilled köfte, or a meyhane to enjoy mezes and rakı, we've got you covered. In addition to the old city's most important attractions, we've included some lesser-known destinations as well as the area's renowned hotels and hamams.

The beating heart of European Istanbul, Beyoğlu and its main street, İstiklal Caddesi are visited by millions every day. Once without a doubt the center of the city's nightlife, changes in the past few years have seen other districts steal some of Beyoğlu's buzz, but it remains a vibrant, active area defined by its majestic array of historic buildings, churches, and arcades, while the backstreets are still loaded with bars, cafés, restaurants and meyhanes. Given the hefty number of establishments in Beyoğlu, we've assembled a guide featuring the district's foremost dining, nightlife and attractions. Though it has changed considerably at various intervals over the years, one can still feel the thick air of late 19th century Istanbul passing through its famed streets.

Anlatılması güç bir öyküsü var ‘Titane’ın: Ana karakterimiz, çocukken geçirdiği bir kaza nedeniyle kafasına titanyum bir plaka takılan ve bundan sonra otomobillere arzu duymaya başlayan bir kadın. Otomobillere verdiği değeri insan hayatına vermediği için kahramanımızın başına çeşitli dertler açılıyor ve film, bedenlerin değişime uğradığı, daha dagerçeküstü bir yola sapıyor. En yaratıcı kabuslarımızdan bile daha özgün, yer yer mide bulandırıcı ve akıllardan çıkması zor bir gerilim filmi bekliyor bizi. Cannes’ın büyük ödülü için gerçekten ilginç bir seçim; hatta o kadar ilginç ki jüri başkanı Spike Lee,en son açıklanacak Altın Palmiye sahibini ödül töreninin başında ağzından kaçırınca yönetmen Ducournau bile kazandığına inanamamış ve tören sonuna kadar şaşkınlığını korumuş.

Korku sinemasının ve giallo türünün ustalarından, İtalyan yönetmen Dario Argento’nun kült filmi ‘Suspiria’nın aynı adlı yeniden çevrimi, Venedik Film Festivali’ndeki prömiyerinin ardından burada da sinemaseverlerle buluşuyor. Filmin yönetmen koltuğunda ‘Call Me by Your Name / Beni Adınla Çağır’ (2017) ile büyük başarı yakalayan İtalyan yönetmen Luca Guadagnino oturuyor. Müziklerini Thom Yorke’un bestelediği filmin oyuncu kadrosunda Dakota Johnson, Tilda Swinton ve Mia Goth gibi isimler var. Amerikalı bale öğrencisi Susie, Berlin’de dünyanın en önemli dans okullarından birine başlar. Tekinsiz olaylara dair dedikoduların dolaştığı okulda son olarak Patricia adında bir öğrenci kaybolmuştur. Susie gitgide gelişen esrarengiz olayların arkasında doğaüstü güçlerin olduğunun farkına varacaktır. Genel olarak olumlu eleştiriler alan ‘Suspiria’yı 1977 yapımı orijinal filmin hayranları kaçırmamalı.

‘(M)uchenik’ (2016) ile epey ses getiren Rus yönetmen Kirill Serebrennikov, bu yıl son filmi ‘Leto’ ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarıştı. Ancak Rusya’da ev hapsinde olduğu için festivale katılamadı yönetmen. 1980’lerdeki Leningrad müzik sahnesine odaklanan ve müzisyen Viktor Tsoy’un hayatına değinen film, siyah beyaz ve nostaljik bir müzikal. Film bir yandan dönemin politik baskılarına yer verirken, diğer yandan bilindik Sovyet Rusya temsillerinden çok daha farklı, ironik ancak hayat dolu bir atmosfer kuruyor. Hapis kararı filmin çekimleri sırasında çıktığı için Serebrennikov ‘Leto’nun bir kısmını evinde internete bağlı olmayan bir bilgisayarda bitirmek zorunda kalmış. Bazı sahneler ise yönetmenin notlarından yola çıkılarak tamamlanmış. Filmde “Bu aslında gerçek değil” uyarılarıyla ekrana gelen müzikal sahneler; animasyon, farklı tipografiler ve renklerle destekleniyor. Viktor Tsoy, müzisyen Roma Zver ve eşi Natasha arasındaki aşk üçgeni filmin ana hikayesini oluştursa da, hikaye oradan oraya atlayarak geniş bir tarihsel portre sunuyor. Yönetmen ülkesinin politik geçmişiyle müzik üzerinden ve alışılmadık bir şekilde yüzleşirken, Kino grubunun şarkılarının da yardımıyla kötümser bir nostalji tuzağına düşmemeyi başarıyor.

Berlin Film Festivali’nden iki ödülle (Ekümenik Jüri ve Guild Film ödülleri) dönen ‘In den Gängen’, Clemens Meyer’ın bir kısa öyküsünden uyarlanan bir dram. Filmin başrollerinde ‘Toni Erdmann’ (2016) ile gönlümüzde taht kuran Alman oyuncu Sandra Hüller ve son olarak ‘Transit’te (2018) izlediğimiz başarılı oyuncu Franz Rogowski yer alıyor. Filmde kurmaya çalıştığı izole hayat, bir süpermarkette çalışmaya başlamasıyla bozulan Christian’ın hikayesi konu ediliyor. Rafların arasında sessiz ve sakin bir şekilde işini sürdürmeye çalışan Christian, yeni girdiği bu ortama gitgide ayak uydurmaya başlar. Ancak şeker reyonunda çalışan Marion’un hayatına dahil olmasıyla işler karışacaktır. Devasa bir marketi ana mekan olarak seçen film, karakterlerini ilişkisin takip eden mizansen kullanımıyla öne çıkıyor. Mizah ve dramı harmanlayan, naif bir aşk hikayesi.

Başrollerini Bruce Willis, Jason Momoa ve John Goodman’ın üstlendiği ‘Once Upon a Time in Venice’ ayın en eğlenceli suç filmi.  Senaristlerinden biri olduğu ‘Cop Out / Zorlu Takip’ (2010) ile tanınan Mark Cullen’ın ilk uzun metrajı olan film, eleştirmenler tarafından pek beğenilmedi. Ancak ‘Once Upon a Time in Venice’in, Bruce Willis’li aksiyon filmlerini sevenlerin kaçırmaması gereken izlemesi kolay bir yapım olduğunu söylemek mümkün. Özel dedektif Steve’in özel cins köpeği Buddy bir uyuşturucu çetesi tarafından kaçırılır. Çetenin başkanı Steve’den bir çanta dolusu parayı çalmasını ister. Steve en yakın arkadaşını da yanına alarak köpeği için bu görevi tamamlamaya karar verir. Senaryosu ile yer yer ‘John Wick’ serisini hatırlatan bir aksiyon.

Oscar ödüllü 55 yaşındaki aktris Gloria Grahame ve 26 yaşındaki genç aktör Peter Turner arasındaki tutkulu ilişkiye odaklanan filmin yönetmenliğini ‘The Acid House / Asit Evi’ (1998), ‘Wicker Park / Hep Seni Aradım’ (2004) ve son olarak ‘Victor Frankenstein’ (2015) gibi filmleriyle tanınan İskoç yönetmen Paul McGuigan üstleniyor. Turner’ın anılarından uyarlanan filmde femme-fatale rolleri ile tanınan Grahame’ı Annette Bening, Turner’ı ise Jamie Bell canlandırıyor. İkilinin sansasyonel ilişkisini ele alacakmış gibi başlayan film, ikisinin de kendi hayatlarını sorguladıkları, yaşama dair derin meselelerin tartışıldığı bir havaya bürünüyor. Kendisinden yaşça çok daha genç olan sevgilisinin enerjisiyle hayata tutunan Grahame ve Turner için bu ilişki, basit bir aşk hikayesinden çok daha farklı bir yere evriliyor. Billy Wilder klasiği ‘Sunset Blvd. / Sunset Bulvarı’ını (1950) sevenler bu filmi de sevebilir.

Oyuncu John Krasinski’nin hem yönettiği hem de başrolünü üstlendiği gerilim-korku türündeki ‘A Quiet Place’, tüm şehri ele geçiren yaratıklardan kaçmak için sessiz olmak zorunda kalan bir ailenin hayatta kalma macerasını anlatıyor. Filmin başrollerinde Krasinski’ye yine benzer bir hayatta kalma temalı aksiyon olan ‘Edge of Tomorrow / Yarının Sınırında’dan (2014) hatırlayacağınız Emily Blunt eşlik ediyor. İki çocuklu bir aile, taşrada sakin bir hayat sürmektedir. Ancak aile esrarengiz bir şekilde birbirleriyle sadece işaret diliyle iletişim kurmakta, yaşamlarını çıt çıkarmadan geçirmektedirler. Bunun nedeni ise birtakım gizemli ve korkunç varlıkların şehri tamamen ele geçirmiş olmasıdır, onlardan korunabilmenin tek yolu ses çıkarmamaktır. Bir gün çocuklardan birinin çıkardığı ses, tüm bu düzeni bozar ve aile korkunç bir tehlikeyle yüzleşmek zorunda kalır. İlginç bir fikirden yola çıkan film neredeyse diyalogsuz bir şekilde kurgulanmış. Farklı tarzlar deneyen korku filmlerini sevenler kaçırmamalı.

Oyuncu kadrosunda usta oyuncu Haluk Bilginer’in de yer alması vesilesiyle ülkemizde de vizyona giren Almanya yapımı ‘Forget About Nick’, iki kadının gerilimli ilişkisini odaklanan bir komedi. Filmin yönetmen koltuğunda oyuncu ve yönetmen Margarethe von Trotta oturuyor. Trotta’yı ‘Hannah Arendt’ (2012), ‘Rosa Luxemburg’ (1986) gibi biyografik yapımlarının yanı sıra yine yönetmenliğini üstlendiği ‘Marianne & Juliane’ (1981) ve Rosenstrasse (2003) gibi başarılı filmleriyle tanıyoruz.   Film eski kocaları Nick’in ortadan kaybolması vesilesiyle aynı evde yaşamak zorunda kalan iki kadının eğlenceli hikayesine odaklanıyor. Eski bir model olan ve kariyerinin önemli bir anında Nick tarafından terk edilen Jade, Nick’in eski eşinin, evi üzerinde hak iddia etmesi nedeniyle kendini kaotik bir yaşantının içerisinde buluyor. Yaşam tarzlarının birbirlerinin tam tersi olan iki kadın sürekli çekişseler de aralarında zamanla bir arkadaşlık gelişiyor. Başarılı oyuncu Haluk Bilginer’i sıra dışı bir rolde izlemek isteyenler kaçırmamalı.

Son olarak 2014 yılında ‘The Grand Budapest Hotel / Büyük Budapeşte Oteli’ ile karşımıza çıkan, ‘Moonrise Kingdom’ (2012), ‘The Royal Tenenbaums / Tenenbaum Ailesi’ (2001), ‘The Darjeeling Limited / Küs Kardeşler Limited Şirketi’ (2007) ve ‘Rushmore / Çılgın Liseliler’ (1998) gibi filmlerin yönetmeni Wes Anderson, ‘Fantastic Mr. Fox / Yaman Tilki’den (2009) sonra yine bir stop-motion animasyon ile karşımızda. Filmin seslendirme kadrosu ise en az ‘The Grand Budapest Hotel’in yıldızlarla dolu kadrosu kadar göz kamaştırıcı. Scarlett Johansson, Greta Gerwig, Frances McDormand, Harvey Keitel, Edward Norton, Bill Murray, Tilda Swinton ve daha nicelerinden dinleyeceğimiz hikaye ‘köpek gribine’ yakalandıkları için bir adaya sürgün edilen köpeklerin maceralarını anlatıyor.   Japonya’da geçen ve kayıp köpeğini aramak için Köpekler Adası’na giden bir adamın izini süren hikayenin asıl kahramanları ise kendi dünyalarında var olmaya çalışan ve devletin baskısından nasibini almış köpekler. Berlin Film Festivali’nin açılış filmi olarak Ana Yarışma’da gösterilen film, yine Anderson’ın kendine has mizahından, simetrik ve titizlikle planlamış kadrajlarından ve yaratıcı fikirlerinden yararlanan, yönetmenin hayranlarının kaçırmaması gereken bir sinema deneyimi sunuyor. Filmin Berlin’den En İyi Yönetmen ödülüyle döndüğünü de not düşelim.  

Michael Zadoorian’ın 2009 tarihli aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan ‘The Leisure Seeker’ Donald Sutherland ve Helen Mirren’ın yıllar sonra yeniden aynı filmde rol almasına vesile oldu. En son 1990 yılında ‘Bethune: The Making of a Hero’ adlı filmde beraber boy gösteren ikili, İtalyan yönetmen Paolo Virzì imzalı bu filmde bir karı kocayı ete kemiğe büründürüyor. Komedi ve dram türlerindeki ‘The Leisure Seeker’, biri kanser, diğeri ise Alzheimer hastası olan evli bir çiftin çıktığı, Bostan’dan Florida’ya uzanan bir araba yolculuğunu anlatıyor. Venedik Film Festivali’nin ana yarışma bölümünde gösterilen bu film Helen Mirren’ın başarılı oyunculuğuyla öne çıkıyor. Mirren performansıyla Altın Küre ödüllerinde En İyi Kadın Oyuncu dalında adaylardan biriydi.

Başrolünde aksiyon filmlerinin aranan yüzü Dwayne Johnson’ın yer aldığı film, genetiği ile oynanmış hayvanları konu edinen büyük bütçeli bir Hollywood aksiyonu. Filmin yönetmeni, Netlix dizisi ‘Frontier’ın yapımcılığını üstlenen, son olarak ise yine Dwayne Johnson’ın başrolünde yer aldığı ‘San Andreas / San Andreas Fayı’nın (2015) yönetmenliğini yapan Brad Peyton. ‘Jurassic Park’ ve ‘Godzilla’ gibi kült filmlerin formüllerini harmanlayan ‘Rampage’, aynı adlı video oyunundan uyarlanmış.     Filmde Dwayne Johnson’ın canlandırdığı Davis Okoye karakteri, yıllarca büyüttüğü ve arkadaşlık kurduğu goril George’u kurtarmaya çalışıyor. Rampage adlı bir genetik mutasyon projesi yüzünden dev ve saldırgan bir maymuna dönüşen George, Okoye tarafından sakinleştiriliyor. Ancak hayli büyük çaplı ve tehlikeli olan projenin sonuçları ağır oluyor ve pek çok dev hayvan şehri ele geçiriyor. Okoye ve George ise dünyayı kurtarmaya girişiyorlar. Canavarların şehri bastığı felaket temalı filmleri sevenler için kaçırılmayacak bir aksiyon.  

Popular Samatya restaurant Meze recently relocated to Karaköy, where it took over the space formerly occupied by Lokanta Maya. The eatery is now a meyhane run by Nuran Hanım and her son Anıl Yorgancılar. The two chose to stick with the simple décor of Lokanta Maya but managed to infuse Nuran with a sense of warmth we’ve come to expect from most traditional meyhanes. Inside, you’ll find a display case lined with inventive mezes, like broad beans flavored with cinnamon, cracked wheat salad with sour cherries, and marinated sea bass served with green apples. Of the warm mezes, our favorite was the octopus tandır, which was both filling and tasty. Those who want to skip the seafood can also try the köfte böreği (savory pastry with meatballs) or thinly sliced liver. If you’re looking for a place to enjoy a quiet dinner away from the crowds in Karaköy, be sure to pay Nuran a visit.

Avusturya'nın en önemli multidisipliner ve küratörlü tasarım festivali olan Vienna Design Week, 2007’den bu yana şehrin kültür-sanat sahnesinde önemli bir yere sahip. Yerel ve uluslararası tasarımcıları bir araya getiren Vienna Design Week, bu sene 16-25 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek. Bağımsız bir dernek tarafından düzenlenen festivalin amacı, global tasarım sahnesinde etkili ağlar kurmak. Her yıl 40.000 ziyaretçiyi ağırlayan ve grafik tasarım, endüstriyel tasarım, görsel sanatlar alanlarını bir araya getiren festivalin programında sergi, atölye, konferans, söyleşi gibi yaklaşık 200 etkinlik yer alıyor. Çok yönlü bir eğitim programı, festivalin öne çıkan etkinlikleri arasında. Bilinçli ve vizyoner bir tasarımın herkes için daha iyi işleyen bir dünya üretme potansiyeline sahip olduğunu savunan Vienna Design Week’in tüm bu etkinlikler ile cevap aradığı bazı sorular var: Tasarım, hem sosyal hem de ekolojik olarak sürdürülebilir çözümlere nasıl katkıda bulunabilir? Bizi kritik seviyede ihtiyaç duyduğumuz nesnelere, alanlara nasıl bağlar? Yönetmenliğini Gabriel Roland'ın yaptığı tasarım festivali kapsamında çağdaş tasarımcıları geleneksel üreticilerle eşleştiren Passionswege yerel gıda üretimine odaklanan Urban Food & Design girişimi gibi yenilikçi projeler de yer alıyor. Viyana’nın geneline yayılan festival; Gschwandtner, Palais Schwarzenberg, Ankerbrothalle, Sophienspital ve Althan Quarter gibi şehrin terk edilmiş mimari zenginliklerini de ziyaretçilere açıyor. Festival

Pera Müzesi, “Elektronik Köprüler” başlıklı yeni konuşma ve performans serisiyle bu kez elektronik müziği, tarzın etkileşime geçtiği ve beslendiği alanlar üzerinden tartışmaya açıyor.  Müzik kolektifi ÆVOM iş birliğiyle hayata geçirilen uzun soluklu etkinlik dizisi, 27 Eylül’de Doç Dr. İlke Boran’ın konuşması ile başlayacak. Pera Müzesi Oditoryumu’nda gerçekleştirilecek konuşma, elektronik müziğin doğuşuna, bu doğuşa neden olan kültürel ve teknolojik arka planlara odaklanacak. Doç Dr. İlke Boran, 1930’larda geliştirilen tekniklerin günümüz dünyasındaki etkilerine ve kullanım alanlarına değinerek, elektronik müziğin özü ve tarihçesini örnekler aracılığıyla aktaracak. Elektronik Müzik üzerine gerçekleştirile en kapsamlı konuşma serilerinden biri olan “Elektronik Köprüler” 40 dakikalık konuşma etkinliğinin ardından  Fulya Uçanok’un elektroakustik performansıyla son bulacak. Pera Müzesi Oditoryumu’nda gerçekleştirilen konuşma ücretsizdir.   Program: 27 Eylül Cuma 18.30 Konuşma Elektronik Müziğin Doğuşu Doç. Dr. İlke Boran 20.00 Performans Fulya Uçanok 25 Ekim Cuma 18.30 Konuşma Bir İfade Biçimi Olarak Canlı Kodlama RAW (Selçuk Artut ve Alp Tuğan) 20.00 Performans RAW (Selçuk Artut ve Alp Tuğan) 20 Aralık Cuma 18.30 Konuşma Elektronik Müzik, Gürültü ve Anlatı Başar Ünder ve Ümit Üret 20.00 Performans Başar Ünder 24 Ocak Cuma 18.30 Konuşma Seni Duyabiliyordum, Şimdi İse Duyulamıyorsun: İstanbul’da Bir Kentsel Yenileme Projesi Üzerine Burcu Yaşin 20.00 Performans Deniz

  Arter yeni üssü olan Dolapdere'ye taşınınca Beyoğlu’nda yer alan tarihi binası disiplinler arası bir güncel sanat mekanı olan Meşher’e dönüştü. Meşher, Vehbi Koç Vakfı (VKV) kuruluşu olarak bugün (17 Eylül) ‘Beyond The Vessel’ sergisinin basın toplantısı ile kapılarını açtı. Osmanlı Türkçesi’nde sergi mekanı anlamına gelen Meşher, Orta Çağ’dan günümüze uzanan geniş zaman dilimi içinde, seramikten avangart resme, fotoğrafçılık tarihinden tasarıma, çok çeşitli konulara odaklanan kapsamlı programlaması ve disiplinlerarası yaklaşımıyla Türkiye’nin önde gelen sanat kurumları arasında yer almayı hedefliyor. “Kalıpları Aşınca: Mit, Efsane ve Masallarla Avrupa’dan Çağdaş Seramik” başlıklı ilk sergisi ise, geçmişten günümüze anlatılagelen hikaye ve söylencelerden ilham alan seramik eserler ile adeta kil ve seramiğin insanlık tarihindeki izini sürüyor. Catherine Milner ve Károly Aliotti’nin küratörlüğünde hazırlanan sergide Sam Bakewell, Bertozzi & Casoni, Vivian van Blerk, Christie Brown, Phoebe Cummings, Bouke de Vries, Malene Hartmann Rasmussen, Klara Kristalova, Elsa Sahal, Kim Simonsson, Carolein Smit, Jørgen Haugen Sørensen, Hugo Wilson’ın eserleri yer alıyor. Neredeyse yarısından fazlası ilk kez gün yüzüne çıkan ve mekanın üç katına yayılan eserlerin ortak anlatımı ise mitlerin her sanatçıya göre ayrı bir tarifinin yer alması. Ana malzeme seramiğin değişime uğrayan formu ise izleyicisine çok farklı bir deneyim imkanı da sunuyor. Meşher’in ilk sergisi 22 Aralık 2019’a kadar ücr

Seferihisar’da bulunan Teos Antik Kenti içerisinde yer alan Dionysos Tapınağı kazı çalışmaları Türkiye İş Bankası sponsorluğunda devam ediyor. Hellenistik dönemin en büyük yapısı olan tapınağın çalışmalarını ise Ankara Üniversitesi’nden Musa Kadıoğlu üstleniyor.   İzmir’in Seferihisar İlçesi Sığacık Mahallesi’nde küçük bir yarımadanın kıstağında ortaya çıkan Teos, ilk kez MÖ 1080’lerde Akalı Komutan Athamas tarafından kuruldu. Teos antik liman kentini, yarımadanın ortasındaki akropol ile güney limanı arasında yaklaşık 3,7 km uzunluğunda, iyi korunmuş durumda olan Hellenistik dönem kent suru çevreliyor. Teos’un içerisinde Hellenistik ve Roma Dönemi kalıntıları, Dionysos Tapınağı, agora, tiyatro ve antik liman yapıları yer alıyor. Teos, MÖ 3. yüzyılda tarihin ilk Sanatçılar Birliği’nin kurulduğu antik kent olarak da bilinir. Araştırma tarihi boyunca en çok önem verilen, Anadolu’nun en büyük Helenistik yapısı olarak bilinen ve dönemin ünlü mimarı Hermogenes tarafından yapılan Dionysos Tapınağı, Teos’un en önemli yapısıdır. Ion düzeninde, üç bölümlü olarak inşa edilmiş olan tapınak, alışılagelmiş bir plana sahip olmakla birlikte, tapınağı çevreleyen temenos duvarı trapez biçimlidir. Tapınak içerisinde ele geçen birçok mimari blok ve tapınağa ait figürlü friz blokları, stilistik olarak Hellenistik döneme tarihlenmektedir. Tapınağın doğusunda gün yüzüne çıkarılan ve Kutsal Alana ana girişi sağlayan kapının (propylon) inşa yazıtı, İmparator Augustus Dönemi’ne aittir. Ele geçen y

Tarihi M.Ö. 10. yüzyıla kadar uzanan antik liman kenti Teos’ta bulunan Dionysos Tapınağı, İş Bankası’nın desteğiyle yapılacak kazı çalışmaları ile ortaya çıkarılacak. Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu, arkeolojik açıdan dünyanın en zengin toprakları arasında yer alıyor. Ülkemizin arkeolojik varlığının gün yüzüne çıkarılması ve kültür mirasının korunması amacıyla yürütülen çalışmalara katkıda bulunan Türkiye İş Bankası, İzmir Seferihisar/Sığacık’ta bulunan Teos’taki kazı çalışmalarına da destek veriyor. İş Bankası’nın desteğiyle yapılacak arkeolojik kazılarla, Teos’un en önemli yapılarından biri olan ve Hellenistik dönem kent surunun içerisinde yer alan Dionysos Tapınağı tamamen gün yüzüne çıkarılacak. Tarihte ilk kez Sanatçılar Birliği’nin kurulduğu kent Ionia Bölgesi’nin 12 kentinden biri olan, tarihi M.Ö. 1000 yıllarına kadar uzanan ve 65 hektarlık alan üzerine kurulu Teos’un içerisinde Hellenistik ve Roma Dönemi kalıntıları, Dionysos Tapınağı, Agora, Tiyatro ve Antik Liman yapıları yer alıyor. Teos antik kenti, M.Ö. 3. yüzyılda şair, tiyatrocu ve müzisyenlerden oluşan Dionysos Sanatçılar Birliği’ne de ev sahipliği yapmış. Şairler Anacreon, Antimakhos ve tarihçi Hekataios, antik çağın Teos’ta yaşamış önemli isimlerinden bazıları. 2.200 yıllık kira kontratı 2010 yılından bu yana yeniden başlayan kazı ve restorasyon çalışmaları Ankara Üniversitesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa Kadıoğlu başkanlığında yüru

Duygu Çay hedef kitlesi köpek besleyenler olan ve birçok ülkeye ihracat yapan Lucky and Friends isimli tekstil markasının kurucusu. Tasma, köpek kıyafeti, çanta gibi ürünleri Peta onaylı malzemeler kullanarak üreten Çay, hayvanların sahiplerine yönelik tasarımlar da üretiyor. Hayvan sevgisi ekseninde şekillenen iş hayatı bununla kalmayan Çay’ın, Nişantaşı’ndaki Lucky and Friends adında bir de kafesi var. Gün boyu açık olan kafenin hedeflediği müşteri kitlesi, semtte sayıları oldukça fazla olan köpek sahipleri. Lucky and Friends’in içine girdiğinizde gördüğünüz duvar resmindeki köpek, mekana adını veren Lucky. Duygu Çay’ın 2015 yılında kanser olan köpeği Lucky, birçok veteriner ötenaziden başka çözüm önermediği halde sahibinin sevgisi ve merhametli doktor Zihni Mutlu sayesinde iyileşmiş. Onun hayata tutunma hikayesi Lucky and Friends markasının kimliğine de ilham veriyor. Adeta bir yardım merkezi olan kafe hayvanseverleri bir araya getiriyor zor durumdaki hayvanların yaşam koşullarının iyileştirilmesi için bağışlar topluyor. Yani işe giderken kahvenizi Lucky and Friends’den aldığınızda ya da gün ortası atıştırmaları için buluşmalarınızı buraya çektiğinizde, hayvan dostu ve yardımsever bir topluluğun da parçası oluyorsunuz. Üstelik paket aldığınız kahvenizin yanında köpek maması hediye ediliyor. Mekanın aynı zamanda bir barı da bulunuyor, yani karanlık çöktüğünde de yolunuzun buraya düşmesi için gerekçeleriniz var. Yemek menüsünde ise hot dog, hamburger, salata gibi seçenekleri

Dünyanın lider internet eğlence hizmeti Netflix’in merakla beklenen, başrolünde Beren Saat’in olduğu ikinci Türk orijinal dizisi Atiye’nin çekimleri başladı! Sekiz bölümden oluşan gizem-drama türündeki dizinin oyuncu kadrosunda aynı zamanda Mehmet Günsür, Metin Akdülger, Melisa Şenolsun, Başak Köklükaya, Civan Canova ve Tim Seyfi yer alıyor. Çekimlerine İstanbul’da başlanan ve başta Göbeklitepe olmak üzere Güneydoğu Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde çekimlerine devam edilecek olan dizinin bu yıl gösterime girmesi planlanıyor. OG Medya tarafından Onur Güvenatam’ın yaratıcılığında hayata geçirilen projenin baş yürütücülüğünü Özge Bağdatlıoğlu ve Jason George; yapımcılığını ise Alex Sutherland üstleniyor. Jason George ve Nuran Evren Sit’in kaleme aldığı dizinin yönetmen koltuğunda Ozan Açıktan ve Gönenç Uyanık oturuyor. Şengül Boybaş tarafından kaleme alınan “Dünyanın Uyanışı” adlı kitaptan esinlenerek hazırlanan dizi, genç ve güzel ressam Atiye’nin sürükleyici ve mistik hikayesini konu alıyor. Atiye, ailesi ve sevgilisi Ozan ile İstanbul'da sade ve mutlu bir hayat sürmektedir, ta ki dünyanın en eski tapınağı Göbeklitepe’de yapılan bir keşifle hayatı değişene kadar. Bölgedeki kazı çalışmalarını yürüten arkeolog Erhan, Atiye ile Göbeklitepe arasındaki mistik ilişkiyi gözler önüne seren bir sembol keşfeder. Atiye ona bambaşka bir kapı açan bu gizemli olayın peşine düşerek antik tapınakta geçmişini aramaya karar verir. Bu gizem perdesi aralandıkça Atiye’nin karşısına çıkan olaylar o

Hemen “Teoman müziği bıraktı mı?” takvimimize bakıyoruz, bu akşam vereceği konseri hesaba katarsak yanıtımız hayır. Teoman’ın müziği bırakmadığı dönemlerden birindeyiz demek ki. Red Bull Canlı Sahne konser serisinin üçüncü konuğu olan Teoman, daha önce hiç coverlamadığı bir parçayı da seslendiriyor. Sanatçının bir saatlik performansı konserle eş zamanlı olarak www.redbull.com/canlisahne adresinden izlenebilir. Kaçırırsanız, 25 Aralık’a kadar yine bu adresten konseri izleyebilirsiniz.

Emirhan Paralı, Sinan Büdeyri, Sarper Ulusel tarafından kurulan Wondercats ekibi sıra dışı mekânlarda, sıra dışı yemek deneyimleri sunmaya devam ediyor. adidas Originals da efsanevi EQT modelinin yeni koleksiyonunu, Wondercats ekibinin düzenlediği bir yemek ile tanıttı. adidas Originals Nişantaşı’nda gerçekleşen davette EQT serisinin modern kültürde edindiği yer konuşuldu. Eylül boyunca EQT modelinin yeni koleksiyonu şerefine akustik konserler, atölyeler ve partiler de düzenlenecek.